13 Ekim 2010 Çarşamba

Bazen deneyler felakete dönüşebilir


Sinema salonlarımız, dağıtımcılarımız sanırım 2010 yılı yazında bizi sınamaya kalktılar. Türkiye’deki sinema seyircileri kötü filmlere ne kadar dayanabilirler diye bir deney yaptılar.

Küp filmiyle tanınan Vincenzo Natali de bir deney yapmış. Deney (Splice) biraz olsun umut vadeden ama tam anlamıyla felakete dönüşen bir film.

Eleştiri yazmadım, neredeyse kustum…

Deney’den B sınıfı film çıkarsa

Televizyon kanallarında gece 12.00’dan sonra yayınlanan B sınıfı filmler vardır. Bunların birçoğu televizyon ya da video pazarı için üretilmiş, dünyaya da paket halinde ve çok az paralara satılıp, yapımcılarına sürümden kazandıran filmlerdir. Bu filmlerin çoğu birinci sınıf filmlerin kötü kopyalarıdır. A sınıfı filmlerin devam filmleridir, onların senaryolarının bozulmuş versiyonudur, A sınıfı filmler için kurulup heba olmasın diye tekrardan o stüdyolarda çekilir ve yükselmeye çalışan ama pek şansı olmayan Hollywood oyuncuları rol alır.

Küp filminden hatırladığımız Vincenzo Natali’nin yönetmenlik yaptığı Andrien Brody’nin oynadığı bir bilimkurgu filmini duyunca insanın ilgisini çekiyor. En azından ortalama bir senaryo ve bilime dair kuramları yıkmasa da belli sorunları tartışmak istiyor. En başından söylüyorum: Deney (Splice) berbat bir film. Berbat olması sadece B sınıfı olması değil. A sınıfı kadrodan B sınıfı bir film çıkarmayı başarabilmiş olmasından.

Filmin öyküsüyle beraber neden kötü bir film olduğunu da teker teker açıklayalım. Nerd adlı bilim şirketine ait bir laboratuarda çalışan Clive (Adrien Brody) ve Elsa (Sarah Polley) adlı karıkoca bilim insanları şirketin yeni projesi olan DNA kopyalama ve canlı varlıkların DNA’larını birleştirip hybrid yaratıklar peyda etme üzerine çalışma yapmaktalar. Bir dişi ve bir erkek olan iki sürüngemsi yaratık meydana getiren laboratuarımız şirketin başındaki kişiye projelerini açıklar. Canlı yaratık üretilmesine soğuk baktığı belli olan şirketin başındaki kişiye bilim insanlarımız daha uç bir proje sunarlar: insan kopyalamak.

Klasik bir bilim, etik ve para tartışmasıyla başlıyor film. Yılardır izlediğimiz birçok filmde gerçekleşen bir tartışma. Bakalım bu film nasıl bir yaklaşım getirecek diye filme devam ediyoruz.

Daha sonra bilim insanlarımızı Clive ve Elsa, laboratuarın diğer görevlilerinden gizlice insan kopyalama işine girişir. Bunun için en uygun yer ise laboratuarın kilitli ve özel şifreyle girilen bir odası olur. Bilim insanlarımızı bu projeye zorlayan nedir peki? Wired dergisine kapak olmak mı? Yoksa bilim aşkı mı? İnsanlığa hizmet mi? Henüz bilemiyoruz. Bu tarz önermeler filmin ilerleyen zamanlarında açığa çıkar, deyip bekliyoruz.

Bilim insanlarımız Clive ve Elsa diğer laboratuar çalışanlarının ruhu duymadan yan odada cenin yaratmayı başarır. Ne de olsa cenin yaratmak kadar kolay bir şey yok. Clive ve Elsa işlerini laboratuarlarda yapamasaydı, herhalde Ümraniye’de bir bodrum katı kiralayıp orada cenin üretebilirlerdi. Sadece bir oda dolusu teknik malzemeyle cenin üretildiğine göre, bu işin, kokusundan bile gözleri kör eden sahte rakı ve elbiseleri parçalayan çamaşır suyu üretmekten farkı yok anlaşılan.

Clive ve Elsa, kervan yolda düzülür diyerek giriştikleri işte hiç beklemedikleri şekilde başarı elde ederler. Clive işin buraya kadar varmasından tedirgindir, Elsa ise sonuna kadar gitmek için çabalamaktadır. Bilim şirketinden kovulma korkusu, üretilen insansı yaratığı nasıl makale halinde yazıp akademik dergide basacakları, yaratığın ne tür bir şeye dönüşeceğinin belirsizliği Clive’in aklındaki sorular. Ama Elsa, sanki Adem’e yasak elmayı zorla koparttıran Havva gibi Clive’i zorlar.

Tuhaf yaratığımız doğar ve insansı özellikler göstermeye başlar. Karı koca onu besler, ona adab- muaşeret öğretmeye çalışır. Burada çiftin konuşmalarından anlarız ki çiftimiz de çocuk yapma düşüncesini tartışmaktadır. Clive işlerin yoğunluğu nedeniyle istememektedir ama Elsa’nın annelik içgüdüleri onu zorlamaktadır.

Sonra olan olur, yaratığımız büyür. Anne karnı dışında gelişen bir yavru gibi, ilk başta cenine benzeyen yaratık yavaş yavaş insansı özellikler kazanır. Kolları, ayakları olur, yüzü belirginleşir, insansı duygular edinir ve en önemlisi zekâ belirtileri gösterir. Bunun dışında kuyruğu da yerli yerinde durmaktadır. Hybrid canlı kızımız gücünün de farkında değildir. Ergen irisi gibi, kızınca ortalığı dağıtmaktadır.

Daha sonra koca kızı saklamak mümkün olmadığından laboratuarda çalışan Clive’in kardeşi çocuğumuzu bulur. Böyle bir işe girişip işlerini tehlikeye attıkları için abisi Clive’e ve Elsa’ya çok kızar. Ama Clive de artık dren adı verilen yaratığımıza sevgi beslemeye başlamıştır. Ona kendi çocuğu gibi ilgi göstermektedir.

Laboratuarda yaratığa bakamayacaklarını anlayıp Dren’i çiftlik evlerine götürürler. Orada daha da gelişip serpilen kızımız kanatlarını, suyun içinde durmasını sağlayabilen broşlarını kullanmasını öğrenir. Hyrib yaratık derken sanırım doğada ne kadar canlı varsa DNA’sına katmışlar Dren’in. İçine türlü türlü yaratık katılan Dren’in içinde bambaşka bir şey de vardır. Elsa’nın kendi DNA’sı. Elsa ona kendinden bir şeyler katmıştır. Gerçekten de Dren’in kendi kızı olması için uğraşmaktadır. Öğreniriz ki Elsa’nın da küçüklükten kalma ‘Mother İssue’ları vardır. Kendi annesini sevmemektedir. Ama Elsa, kendi annesine benzemen istememektedir. Elsa, Dren’in çiftlikte bulduğu kediye bakmasını istemez, çünkü Freudyen sorunları nedeniyle her şeyi kontrol altına almak istemektedir. Ama Elsa’nın ana yüreği dayanmaz ve Dren’e kedisini geri verir.

Ama bu arada bambaşka bir şey olur, Dren’in içindeki kötücül, şiddet dolu duygular ortaya çıkar. Kedisini öldürür ve annesinden kapının anahtarını çalar. Meğer diğer yaratıklarda da gözlemlenen bir şey Dren’de de olmuştur. Dren dişi olarak doğmuşken, zamanla erkek oluyordur. Bu tuhaf transgender süreci, Dren’de sinir olarak vuku bulur. Ne de olsa kadınlar uysal, erkekler şiddet eğilimlidir, değil mi? Eğer bir yaratık kadınlıktan erkekliğe dönüşüyorsa bunu yaratığın aşırı fiziksel güç gösterisi yaptığı sahnelerle anlarız.

Hikâyeyi bu kadar özetlemekte fayda var. Çünkü gerisi daha da saçma. Birincisi teknik bilgisizlik hatalarından ileri geliyor. Milyar dolarların döndüğü bilim şirketlerinde, bilim adamları bu tarz çalışmalara pek giremiyor, biliyoruz. Çoğu bilim şirketinde yapılan iş öyle küçük parçalara bölünmüş ki (Fordizm ve yabancılaşma) bilim insanları bazen ne yaptıklarından habersiz her şeye hizmet edebiliyor. Dolayısıyla bilim aşkıyla yanıp tutuşan bir çift bilim adamının insanlığa hizmet merakı ve hırsları artık pek geçer akçe değil. Bilimkurgu sinemasının yirmi birinci yüzyıldaki bilim çalışmalarını biraz daha bilinçle, araştırarak değerlendirmesi gerek belki. Peki, bir küçücük odada üretilen, insansı yaratığa ne demeli. Yahu bu kadar kolay mı, demezler mi adama? Üretilen Dren adlı yaratığın havada, karada, suda yaşamasını sağlayan farklı özelliklere sahip olmasını hiç saymıyorum. Her türlü mahlukatın DNA’sını karıştırınca böyle mi oluyormuş? At o zaman ne varsa deney tüpüne, istediğin yaratığı yap.

Daha önemli sorun da senaryonun belirli bir düzey tutturamaması, devamlı sallantıda olması ve ne anlatacağına karar verememesi. Öncelikle insansı yaratık üreten bilim insanlarısınız siz. Azıcık heyecanlanın, ortalığı yıkın, içiniz içinize sığmasın. Normal hayatına devam etmek nedir. Binlerce yıldır tartışılan şey oldu, Tanrı’ya yaklaştınız.

Senaryomuz böyle tuhaf bir tutarsızlıkla başlıyor ve sonra daha da tutarsız devam ediyor. Film ilk başta, bilim-para-etik üçgenini tartışacakmış gibi duruyor. Sonra bakıyoruz ki muhafazakâr bir söyleme kayıyor. İnsansı canlıyı yaratmaya çalışan Elsa’ya biçilen Havva rolü gibi. Daha sonra da başlarına gelen ters işler nedeniyle, Tanrı’nın işine karışırsanız, başınıza bunlar gelir duygusu veriliyor. Sonra ise, bambaşka bir şey. Freudyen havalar filme çalınıyor, Clive ve Elsa’nın ilişkisi ortaya seriliyor, Dren’in Elektra kompleksi fırlayıveriyor. Ve sinema tarihinin en kötü yaratık-insan sevişme sahnesini izliyoruz. Transgender sürecine giren Dren erkek olduktan sonra ise bir anda baba düşmanı kesiliyor. Oidipus da nereden çıktı şimdi?

Yazının başında B sınıfı filmlerden bahsetmiştim, işte Deney tam bir B sınıfı film. Az biraz muhafazakârlık, birkaç tuhaf sevişme sahnesi (B sınıfı bir Anaconda yılan filminde, yılan-penis eşleşmeli bir sevişme sahnesi vardı ki, akıllara zarar) ya da açık seçik sahne. Ne anlatacağını bilememe, kafadaki her şeyi bir anda senaryoya boşaltma. Binlerce yıllık sorunları tartışıyormuş gibi yapıp aslında hiçbir şey söyleyememe, çünkü söyleyecek bir sözü olamama. Birkaç önemli filme ya da romana (bu film de Mary Shelley’in Frankenstein filmine atıf yapıyor) atıf yapma. Her şey var Deney filminde.

1997’de Küp filmiyle bir anda yükselen Vincenzo Natali’nin en yüksek bütçeyle çektiği film Deney. Hollywood standartlarına göre düşük ama filmin bütçesi yirmi altı milyon dolar. Büyük bir reklam kampanyasıyla gösterime giren deney filmi, masraflarını çıkarır mümkün mertebe. Ama bundan sonra Natali’ye bu kadar bütçe emanet edilir mi bilemem. Zaten herkes de milyon dolarlarla çalışmak zorunda değil. Bazen bağımsız kalmak en iyisi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder