
Sinema salonlarımız, dağıtımcılarımız sanırım 2010 yılı yazında bizi sınamaya kalktılar. Türkiye’deki sinema seyircileri kötü filmlere ne kadar dayanabilirler diye bir deney yaptılar.
Küp filmiyle tanınan Vincenzo Natali de bir deney yapmış. Deney (Splice) biraz olsun umut vadeden ama tam anlamıyla felakete dönüşen bir film.
Eleştiri yazmadım, neredeyse kustum…
Deney’den B sınıfı film çıkarsa
Televizyon  kanallarında gece 12.00’dan sonra yayınlanan B sınıfı filmler vardır.  Bunların birçoğu televizyon ya da video pazarı için üretilmiş, dünyaya  da paket halinde ve çok az paralara satılıp, yapımcılarına sürümden  kazandıran filmlerdir. Bu filmlerin çoğu birinci sınıf filmlerin kötü  kopyalarıdır. A sınıfı filmlerin devam filmleridir, onların  senaryolarının bozulmuş versiyonudur, A sınıfı filmler için kurulup heba  olmasın diye tekrardan o stüdyolarda çekilir ve yükselmeye çalışan ama  pek şansı olmayan Hollywood oyuncuları rol alır.
Küp filminden hatırladığımız Vincenzo Natali’nin yönetmenlik yaptığı  Andrien Brody’nin oynadığı bir bilimkurgu filmini duyunca insanın  ilgisini çekiyor. En azından ortalama bir senaryo ve bilime dair  kuramları yıkmasa da belli sorunları tartışmak istiyor. En başından  söylüyorum: Deney (Splice) berbat bir film. Berbat olması sadece B  sınıfı olması değil. A sınıfı kadrodan B sınıfı bir film çıkarmayı  başarabilmiş olmasından.
Filmin öyküsüyle beraber neden kötü bir film olduğunu da teker teker  açıklayalım. Nerd adlı bilim şirketine ait bir laboratuarda çalışan  Clive (Adrien Brody) ve Elsa (Sarah Polley) adlı karıkoca bilim  insanları şirketin yeni projesi olan DNA kopyalama ve canlı varlıkların  DNA’larını birleştirip hybrid yaratıklar peyda etme üzerine çalışma  yapmaktalar. Bir dişi ve bir erkek olan iki sürüngemsi yaratık meydana  getiren laboratuarımız şirketin başındaki kişiye projelerini açıklar.  Canlı yaratık üretilmesine soğuk baktığı belli olan şirketin başındaki  kişiye bilim insanlarımız daha uç bir proje sunarlar: insan kopyalamak.
Klasik bir bilim, etik ve para tartışmasıyla başlıyor film. Yılardır  izlediğimiz birçok filmde gerçekleşen bir tartışma. Bakalım bu film  nasıl bir yaklaşım getirecek diye filme devam ediyoruz.
Daha sonra bilim insanlarımızı Clive ve Elsa, laboratuarın diğer  görevlilerinden gizlice insan kopyalama işine girişir. Bunun için en  uygun yer ise laboratuarın kilitli ve özel şifreyle girilen bir odası  olur. Bilim insanlarımızı bu projeye zorlayan nedir peki? Wired  dergisine kapak olmak mı? Yoksa bilim aşkı mı? İnsanlığa hizmet mi?  Henüz bilemiyoruz. Bu tarz önermeler filmin ilerleyen zamanlarında açığa  çıkar, deyip bekliyoruz.
Bilim insanlarımız Clive ve Elsa diğer laboratuar çalışanlarının ruhu  duymadan yan odada cenin yaratmayı başarır. Ne de olsa cenin yaratmak  kadar kolay bir şey yok. Clive ve Elsa işlerini laboratuarlarda  yapamasaydı, herhalde Ümraniye’de bir bodrum katı kiralayıp orada cenin  üretebilirlerdi. Sadece bir oda dolusu teknik malzemeyle cenin  üretildiğine göre, bu işin, kokusundan bile gözleri kör eden sahte rakı  ve elbiseleri parçalayan çamaşır suyu üretmekten farkı yok anlaşılan.
Clive ve Elsa, kervan yolda düzülür diyerek giriştikleri işte hiç  beklemedikleri şekilde başarı elde ederler. Clive işin buraya kadar  varmasından tedirgindir, Elsa ise sonuna kadar gitmek için  çabalamaktadır. Bilim şirketinden kovulma korkusu, üretilen insansı  yaratığı nasıl makale halinde yazıp akademik dergide basacakları,  yaratığın ne tür bir şeye dönüşeceğinin belirsizliği Clive’in aklındaki  sorular. Ama Elsa, sanki Adem’e yasak elmayı zorla koparttıran Havva  gibi Clive’i zorlar.
Tuhaf yaratığımız doğar ve insansı özellikler göstermeye başlar. Karı  koca onu besler, ona adab- muaşeret öğretmeye çalışır. Burada çiftin  konuşmalarından anlarız ki çiftimiz de çocuk yapma düşüncesini  tartışmaktadır. Clive işlerin yoğunluğu nedeniyle istememektedir ama  Elsa’nın annelik içgüdüleri onu zorlamaktadır.
Sonra olan olur, yaratığımız büyür. Anne karnı dışında gelişen bir yavru  gibi, ilk başta cenine benzeyen yaratık yavaş yavaş insansı özellikler  kazanır. Kolları, ayakları olur, yüzü belirginleşir, insansı duygular  edinir ve en önemlisi zekâ belirtileri gösterir. Bunun dışında kuyruğu  da yerli yerinde durmaktadır. Hybrid canlı kızımız gücünün de farkında  değildir. Ergen irisi gibi, kızınca ortalığı dağıtmaktadır.
Daha sonra koca kızı saklamak mümkün olmadığından laboratuarda çalışan  Clive’in kardeşi çocuğumuzu bulur. Böyle bir işe girişip işlerini  tehlikeye attıkları için abisi Clive’e ve Elsa’ya çok kızar. Ama Clive  de artık dren adı verilen yaratığımıza sevgi beslemeye başlamıştır. Ona  kendi çocuğu gibi ilgi göstermektedir.
Laboratuarda yaratığa bakamayacaklarını anlayıp Dren’i çiftlik evlerine  götürürler. Orada daha da gelişip serpilen kızımız kanatlarını, suyun  içinde durmasını sağlayabilen broşlarını kullanmasını öğrenir. Hyrib  yaratık derken sanırım doğada ne kadar canlı varsa DNA’sına katmışlar  Dren’in. İçine türlü türlü yaratık katılan Dren’in içinde bambaşka bir  şey de vardır. Elsa’nın kendi DNA’sı. Elsa ona kendinden bir şeyler  katmıştır. Gerçekten de Dren’in kendi kızı olması için uğraşmaktadır.  Öğreniriz ki Elsa’nın da küçüklükten kalma ‘Mother İssue’ları vardır.  Kendi annesini sevmemektedir. Ama Elsa, kendi annesine benzemen  istememektedir. Elsa, Dren’in çiftlikte bulduğu kediye bakmasını  istemez, çünkü Freudyen sorunları nedeniyle her şeyi kontrol altına  almak istemektedir. Ama Elsa’nın ana yüreği dayanmaz ve Dren’e kedisini  geri verir.
Ama bu arada bambaşka bir şey olur, Dren’in içindeki kötücül, şiddet  dolu duygular ortaya çıkar. Kedisini öldürür ve annesinden kapının  anahtarını çalar. Meğer diğer yaratıklarda da gözlemlenen bir şey  Dren’de de olmuştur. Dren dişi olarak doğmuşken, zamanla erkek  oluyordur. Bu tuhaf transgender süreci, Dren’de sinir olarak vuku bulur.  Ne de olsa kadınlar uysal, erkekler şiddet eğilimlidir, değil mi? Eğer  bir yaratık kadınlıktan erkekliğe dönüşüyorsa bunu yaratığın aşırı  fiziksel güç gösterisi yaptığı sahnelerle anlarız.
Hikâyeyi bu kadar özetlemekte fayda var. Çünkü gerisi daha da saçma.  Birincisi teknik bilgisizlik hatalarından ileri geliyor. Milyar  dolarların döndüğü bilim şirketlerinde, bilim adamları bu tarz  çalışmalara pek giremiyor, biliyoruz. Çoğu bilim şirketinde yapılan iş  öyle küçük parçalara bölünmüş ki (Fordizm ve yabancılaşma) bilim  insanları bazen ne yaptıklarından habersiz her şeye hizmet edebiliyor.  Dolayısıyla bilim aşkıyla yanıp tutuşan bir çift bilim adamının  insanlığa hizmet merakı ve hırsları artık pek geçer akçe değil.  Bilimkurgu sinemasının yirmi birinci yüzyıldaki bilim çalışmalarını  biraz daha bilinçle, araştırarak değerlendirmesi gerek belki. Peki, bir  küçücük odada üretilen, insansı yaratığa ne demeli. Yahu bu kadar kolay  mı, demezler mi adama? Üretilen Dren adlı yaratığın havada, karada, suda  yaşamasını sağlayan farklı özelliklere sahip olmasını hiç saymıyorum.  Her türlü mahlukatın DNA’sını karıştırınca böyle mi oluyormuş? At o  zaman ne varsa deney tüpüne, istediğin yaratığı yap.
Daha önemli sorun da senaryonun belirli bir düzey tutturamaması, devamlı  sallantıda olması ve ne anlatacağına karar verememesi. Öncelikle  insansı yaratık üreten bilim insanlarısınız siz. Azıcık heyecanlanın,  ortalığı yıkın, içiniz içinize sığmasın. Normal hayatına devam etmek  nedir. Binlerce yıldır tartışılan şey oldu, Tanrı’ya yaklaştınız.
Senaryomuz böyle tuhaf bir tutarsızlıkla başlıyor ve sonra daha da  tutarsız devam ediyor. Film ilk başta, bilim-para-etik üçgenini  tartışacakmış gibi duruyor. Sonra bakıyoruz ki muhafazakâr bir söyleme  kayıyor. İnsansı canlıyı yaratmaya çalışan Elsa’ya biçilen Havva rolü  gibi. Daha sonra da başlarına gelen ters işler nedeniyle, Tanrı’nın  işine karışırsanız, başınıza bunlar gelir duygusu veriliyor. Sonra ise,  bambaşka bir şey. Freudyen havalar filme çalınıyor, Clive ve Elsa’nın  ilişkisi ortaya seriliyor, Dren’in Elektra kompleksi fırlayıveriyor. Ve  sinema tarihinin en kötü yaratık-insan sevişme sahnesini izliyoruz.  Transgender sürecine giren Dren erkek olduktan sonra ise bir anda baba  düşmanı kesiliyor. Oidipus da nereden çıktı şimdi?
Yazının başında B sınıfı filmlerden bahsetmiştim, işte Deney tam bir B  sınıfı film. Az biraz muhafazakârlık, birkaç tuhaf sevişme sahnesi (B  sınıfı bir Anaconda yılan filminde, yılan-penis eşleşmeli bir sevişme  sahnesi vardı ki, akıllara zarar) ya da açık seçik sahne. Ne  anlatacağını bilememe, kafadaki her şeyi bir anda senaryoya boşaltma.  Binlerce yıllık sorunları tartışıyormuş gibi yapıp aslında hiçbir şey  söyleyememe, çünkü söyleyecek bir sözü olamama. Birkaç önemli filme ya  da romana (bu film de Mary Shelley’in Frankenstein filmine atıf yapıyor)  atıf yapma. Her şey var Deney filminde.
1997’de Küp filmiyle bir anda yükselen Vincenzo Natali’nin en yüksek  bütçeyle çektiği film Deney. Hollywood standartlarına göre düşük ama  filmin bütçesi yirmi altı milyon dolar. Büyük bir reklam kampanyasıyla  gösterime giren deney filmi, masraflarını çıkarır mümkün mertebe. Ama  bundan sonra Natali’ye bu kadar bütçe emanet edilir mi bilemem. Zaten  herkes de milyon dolarlarla çalışmak zorunda değil. Bazen bağımsız  kalmak en iyisi. 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder