30 Kasım 2009 Pazartesi

ROMA’DA ŞÜPHECİ VE ALAYCI BİR DEDEKTİF


Tüyap Kitap Fuar’ında Kitap Yayınevi’nin birkaç yıl önce çıkardığı ama sonra devamı gelmeyen Tarihkurgu dizisinden Sevin Okyay’ın çevirdiği Ellis Peters’in Marazi Bir Kemik Merakı kitabına bakarken görevli kadın “Eğer meraklıysanız, bu kitabı beğenebilirsiniz” deyip Lindsey Davis’in Gümüş Domuzların Esrarı kitabını elime tutuşturdu. Tüyap’taki büyük yayınevlerinin stantlarında çalışan çoğu genç günlüğü 50-60 milyona iş deyip orada çalışır ve kitaplar hakkındaki sorularınız karşısında yüzünüze sanki atom fiziği sorusu sormuş gibi bakarken, Kitap Yayınevi’ndeki görevlinin öneride bulunması hoşuma gitti ve kitabı aldım. Tabi kitabın indirimli olarak 5 TL’ye satılması da bunda etkili olmadı değil.

En son polisiye, dedektiflik vs. yani whodunnit türünde okuduğum kitap Yapı Kredi’den çıkan Ex Libris’ti. Kitap ağır aksak ilerleyip, İngiltere tarihine dair ayrıntıları Umberto Eco havasında anlatmaya çalışıyordu. Ama Eco’nun romancılık yeteneği olmadığından kitabın yarısına kadar zorla okuyup bırakmıştım. Yarısını da çevirmen Kutlukhan Kutlu’nun hatırına okumuştum. Gümüş Domuzların Esrarı kitabının da Ex Libris’in Roma versiyonu olacağından korkmuştum ama korktuğum başıma gelmedi, tam tersine okunacak polisiyeler listeme harika bir yazarı eklemiş oldum.

Kitabının kısaca özetini vermem gerekirse:

Olaylar, Roma’daki Dört Hanedan döneminin sonundaki Titus Flavius Vespasianus’un imparatorluk döneminin ilk yıllarında geçiyor. MS 70 yılının yaz aylarında hikayesine başlayan kahramanımız Didius Falco’nun bu kitaptaki hikayesi MS 71 yılı ilkbaharında son buluyor. Izbandut gibi iki herifin kovaladığı on altı yaşındaki güzel kız Sosia’nın kitaba ve Falco’nun hayatına girmesiyle başlayan öykü, Sosia’nın öldürülmesi ve ardından da işin içine gümüş domuz denilen çok değerli kurşun külçesinin de girmesiyle ikili bir boyut alıyor. Yakışıklı, esprili, yoksul ama romantik bilgi toplayıcı (yani zamanın dedektifi) Falco’nun hem imparatorluk adamları tarafından verilen gümüş domuzların kaynağını bulma görevi hem de kısa sürede aşık olduğu Sosia’nın katilini bulma isteği birleşince hikayenin içine giriveriyoruz.

Yazar Lindsey Davis, bu kitap dizisiyle meşhur olmuş. Şu anda 18. Kitaba ulaşmış Falco dizisinin ilk iki kitabını basacak yayınevi bulamayan Davis, ilk iki kitapla dünya çapında o kadar iyi bir başarı göstermiş ki işini bırakıp kendini bu dizinin yazarlığına adamış. Henüz ilk kitabı okuyabildim, zaten Türkçe’de de dizinin ilk üç kitabı yayımlanmış. Çevirmen Kitap Yayınevi’nin kurucularından Ayşen Anadol’a böyle bir kitabı Türkçe’ye kazandırdığı için teşekkür etmek gerek. Çeviri konusuna tekrar döneceğiz.

Roma sokaklarında cool-öncesi dönemin dedektifi

Didius Falco, bahsettiğim üzere (zamanının dedektifi anlamına gelen) bilgi toplayıcı olarak çalışıyor. Roma’nın merkezinde ucuz ve araştırma talep etmeye gelen karanlık tiplerin de rahat girebildiği bir çatı katında yaşıyor. Roma döneminde çatı katları en ucuz yerler’miş’. Falco, ilk kitabıyla bile klasik bir dedektif mertebesine ulaşıyor. Onu gören kadınların hemen dikkatini çekecek kadar yakışıklı ama aşk meşk mevzularında bir o kadar da beceriksiz. Hem daldan dala konuyor, hem de romantik. Fakir ama fakirliğiyle dalga geçebilecek kadar mizah duygusu geniş. İmparator’un oğlunun karşısında cumhuriyetçi olduğunu savunacak kadar gözüpek, sistemin politikacılarını ve politikacıların yardakçılarına etmedik laf bırakmayacak kadar dünyadan haberdar. Ölümün eşiğindeyken espri patlatacak kadar umarsız ama işini layıkıyla yerine getirebilmek, küçücük bir ipucuna ulaşabilmek için aylarca Britanya’da madenlerde zor koşularda çalışabilecek kadar ne istediğini bilen. Dünya görgüsü geniş, hatta arada sanat eleştirisi bile yapıyor.

Falco karakteri bazı yerlerde bir günümüz sit-com’undan fırlamış gibi duruyor. İtalyan kökenli ailesinde gıcık kaptığı tipler var ama yine de arada aile toplantılarına gidip küçük yeğenine göz kulak olmak zorunda kalıyor. Annesinden azar işitiyor ve cevap bile veremiyor, anne ne de olsa. Babası mı? Babasının hikayesinin benzeri bizdeki yıllar önce sigara almaya gidiyorum diye çıktı, bir daha gelmedi hikayelerinin benzeri. Kirasıyla karşılaştırıldığında rezalet bir evde kalıyor, ama onun da kirayı ödediği yok.

Davis, Falco’nun karakterine dedektiflik kişiliğini eklerken, klasik dedektiflik hikayelerinin tersi durumda bir karakter inşası kuruyor. Davis, “Eğer kitaplardan bildiğimiz bir dedektif karakteri varsa, dedektif hikayeciliği başlamadan (yani bu kitapta MS 70 yılı oluyor) çok çok önceki bir dedektif nasıl davranmalıdır?” sorusundan yola çıkarak en baştan ironik bir durumla karakterini yazmaya girişiyor. Davis, “Basmakalıp hikaye kurgusunu altüst edince ufuklarımın genişleyeceğini biliyordum. Özellikle de bunu yaparken çok eğleneceğimi,” demiş kitabın önsözünde. Yazarın eğlenmesinin yanında, okur olarak benim de eğlendiğimi söylemem zor değil.

Basmakalıp hikayeciliğin altüst edilmesinin yanında hem Roma’da bir dedektif durumunun kendisinin, hem de karakterin kişiliğinin getirdiği humor duygusu kitabın ikinci benzersiz yönü. Bizim anlayışmıza göre dedektif dediğin cool olur, iyi ama MS 70 yılında cool kavramı daha keşfedilmemişti ki. Cool-öncesi dönemin dedektifi de şüphecilik ve sinizmle dolu bir tavırla hareket edip kervan yolda düzülür diyerek dedektiflik kurallarını oluşturmaya çalışır.

Falco’nun karakterindeki şüphecilik ve sinizm, dönemin ruhuyla da uyuşan bir tavır. Roma’da dört hanedan dönemi bitmiş, taşlar yerli yerine oturmaya başlamış gibi. Titus ilerde önemli işlere imza atıp Roma halkının gönlünü kazanacak ama şimdilik ilk yıllarında. Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu tarafından kabul edilmiş ama henüz halk tarafından benimsenmemiş. Sadece törenlerde dini kurallara uyuluyor. Şüphecilik, eski ideallerin çökmeye yüz tutmuş olduğu fakat yeni ideallerin henüz kendilerini göstermemiş oldukları sosyal gelişim dönemlerinde yaygınlaşır. Falco da böyle bir dönemde inançsız ve cumhuriyetçi olarak karakterini ortaya koyuyor.

Falco’nun yaşama karşı gösterdiği humor ve sinizm karakterin kendi ağzından anlatılan hikayede her yere sirayet ediyor. Mekan, zaman tasvirlerinden, karakter tasvirlerine, şimdiki dönem okurlarına anlatıldığı hissettirilen ayrıntılara kadar her yerde bunu bulabilirsiniz.

Yazar Lindsey Davis’ten bahsetmek gerekirse…

Resmi web sitesi, sitenin başlığındaki okur yorumunda da göreceğiniz üzere, yazar siteleri arasında gördüklerimin en iyilerinden. Tabi ki Didius Falco’ya özel bir yer ayrılmış ve hatta soyağacı bile çıkartılmış. Ne de olsa on sekiz kitaplık bir seriden bahsediyoruz, devamı da gelecek ne de olsa. Davis, okuruyla özel bir bağ tutturmuş ki onlarla iletişime ayrı bir önem veriyor.

Ülkemizde polisiye okurları ya Agahta Christie, Ahmet Ümit gibi belli birkaç kişinin takipçiliğini yapıyor, ya da Maxim Chattam gibi son dönem dünyaca ünlü popüler yazarların peşinden gidiyor. Onların değeri ayrı bir yerde ama bu tarz kitaplarda da büyük bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. Ayşen Anadol’un çevirisi de ayrı bir güzellikte. Hem dönem ayrıntıları hem de bahsettiğim mizahi dili Türkçeye çok iyi aktarmış Anadol. Çok satmaması nedeniyle diziyi durdurduklarını düşünüyorum. Ne de olsa çevirirken çok emek isteyen bir kitap. Şimdilik ilk üç kitabı Türkçede. Umarım devamı gelir.

11 Kasım 2009 Çarşamba

KULAK AÇICILAR


Klasik batı müziği ile olan ilişkiniz ne boyutta?

“Dört Mevsim”i duyunca tanıdık geliyor mu? Yoksa “Bu, Paganini’dir,” diyebiliyor musunuz?

Yoksa ilgi düzeyiniz şöyle mi?

Beethoven sağır mıymış? O zaman nasıl yapmış o “şarkıları”? Mozart büyük adam, tabi. Önemli müzikler bunlar, dinlemeli.

Ya da entel arkadaşlarınızın birinden flash diskinize “Best of Mozart, Beethoven, Schubert, Bach” mp3’leri alıp, dursun bir kenarda, arada dinleriz deyip hiç dinlemediniz mi?

KENDİME GELİNCE,

Ben lise yıllarımdan beri klasik müzik dinlemeye çalışırım. “Çalışırım” diyorum, çünkü klasik müzik alımlanması emek isteyen bir müzik türü.

İki sene önce bunun için üniversitemin müzik arşivinden birçok kaydı toplayıp güzel kayıtlar dinlemiştim. Benim için iyi bir süreç olmuştu, çünkü birçok bestecinin müzik tarzına aşina hâle gelebilmiş, belirli ayrımlar yapmaya başlayabilmiştim.

Bunun dışında, biraz da okuyayım dediğimde, Ahmet Say’ın 465 sayfalık Müzik Tarihi adlı kitabını indirimde bulup bir hevesle almıştım. Ama tuğla gibi kitapta bütün klasik batı müziği tarihi önümde hönk diye durunca okuma çabam sonuçsuz kaldı.

Kitap “yeni başlayanlar” için uygun değildi, benim de yığınla eksiğim vardı. Sadece dinlemek yetmiyormuş, aynı zamanda aletleri tanımak, az buçuk nota bilmek, müzik terimlerini su gibi bilmek ve bunların dışında da genel bir Avrupa tarihi bilgisine sahip olmak gerekiyormuş.

ŞİMDİLİK…

Klasik batı müziği üzerine çalışmalarım yarı hüsran boyutlarına ulaşınca bir süre ara vermiştim. Sadece elimdeki kayıtları ara sıra dinliyordum.

Ama bir gün…

Güneş yeniden doğdu sanki…

Kamu yayıncılığının önemi bir kez daha kafama dank etti…

Tekrar tekrar İngilizler bu işi iyi biliyor dedim…

Ve BBC Radio 3 podcastlarını keşfettim.

Şu sıralar bu konu üzerinde ayrıntılı bir çalışma yapamayacağımı biliyorum. Elimdeki kayıtlarla idare etmenin de önemi bir yere kadar. Bu nedenle bu podcastları dinlemeye başladım.

İşinin ehli uzmanlarca hazırlanmış programları, harika bir sınıflandırma sistemiyle siteye yüklemişler. Uzun süredir bu podcastlara sarmış durumdayım ve canım ne isterse açıp dinliyorum.

Klasik müziği anlamada en önemli şeyin bol bol ve farklı şeyler dinlemek olduğunu fark ettim. Müzik kulağını açmak iyi bir perspektif kazandırabiliyor. Besteciler arasındaki farkları, yeni kayıtların değişik yönlerini, enstrümanların kullanılış tarzlarını hissettirmeden de olsa anlayabiliyorsunuz.

Bence siz de siteye şöyle bir göz atın ve ilginizi çekenleri dinleyerek işe başlayın. Gerisi geliyor zaten.