23 Ocak 2010 Cumartesi

2010 YILINA GİRİŞ

Duymayan kalmamıştır, İstanbul 2010 kültür başkentlerinden biri seçildi. Yaklaşık bir yıldır tartışmalar, istifalar, yolsuzluklar, eleştirilerle 2010 meselesini tartışıyoruz. Başka ülkelerde durum nedir bilemeyeceğim, ama Adalet Cingöz’ün yazısından bizim etkinliklerin Asya Tipi Kültür Tarzı’na yaklaştığını söyleyebiliriz. 2010 etkinliklerini yerden yere vuran neredeyse yüzlerce yazı okudum. Hepsinin de haklılık payı var. Aşağıda saydıklarım İstanbul özelindeki eleştiriler, dünyadaki işleri bilemiyoruz.

Mesela, kültür başkenti unvanının bir dönüşüm projesi olarak ele alındığında yerel kültürel değerlere yıkıcı bir etkisi var. Projelere bakıldığında yerel kültürleri destekleyici, tanıtıcı etkinlikler var, ama bir yandan da göz önünde olmayan birçok yıkım projesi de hayata geçmiş durumda. Bu nedenle destekleyici etkinlikler de göstermelik sıfatını kazanıyor.

Bunun dışında projelerin çoğunun cemaatçi kesime verilmesi de en çok görülen sorunlardan. Adını daha önce doğru düzgün bir eserde duymadığımız birçok kişi, kurum yığınla ödenek almış. Tabi ki kültür sanat alanına girmeye çalışan yeni insanlar desteklenmeli, ama projelerin ön bilgilerini okuduğumuzda hep şu soruyu soruyoruz: “Böyle bir projeye bu kadar para fazla değil mi?

Yıl boyunca zaten bu sorularla haşır neşir olacağız, şimdi açılış gecesine geçelim.

Üç Arkadaş Çıktık Yola...

Bazı müzelerin 24 saat açık olacağını duyunca ne zamandır ertelediğim İstanbul Modern’deki Sarkis: Site sergisine gidelim dedik. Sarkis’in 50 yılı aşkın çalışmalarının, aynı çalışmaların fotoğraflarıyla bütünlendiği sergi ve suluboya çalışmalarının videoları Yunan sanatçının evrenine kapsayıcı bir retrospektif gibi. Bunun dışında, İstanbul Modern’in beşinci yılı için hazırlanan daha önce aynı mekânda sergilenmiş eserlerden oluşan Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar sergisi de benim açımdan iyi bir hatırlatma oldu. Keza ben de beş yıllık bir İstanbulluyum, yani modern sanat çalışmalarını beş yıldır takip ediyorum. Az buçuk hatırladığım bazı işleri tekrar görmek kişisel modern sanat geçmişime de bir gönderme gibiydi. İki serginin küratörü de Levent Çalıkoğlu, serginin geniş kapsamlı eleştirisi bir sonraki postta.

Ardından, Tophane’de bir çay içip yeni durağımıza karar vermeye oturduk. Taksim’e gitmeye korkuyorduk, o kalabalık içinde dolanmaya çalışmak geceyi berbat edebilirdi, üstelik yağmur hafiften yağıyordu. Ama “Eski tarz muhabirler de böyle çalışırmış, ortamı görelim, içinde olalım,” deyip gitmeye karar verdik.

Taksim’e vardığımızda bizi neredeyse bir yılbaşı kalabalığı karşıladı. Tarkan “Azar, coşar deli gönül”ü söylüyordu. Hemen kaçtık. Yemek yiyip çay içtikten sonra Aksanat’a gittik ve şansımıza iki etkinliğe de girebildik.

Aksanat açılış günü için yoğun bir etkinlik programı hazırlamış, hepsi de ücretsiz etkinlikler. Davetiye bulmak mümkün değildi. Ben gündüz 11 gibi aradığımda görevli 15 kişilik yer kaldığını söylemişti, ama 5 yıllık İstanbullu olarak mutlaka gelmeyenler olacağını ve gerekirse merdivenlere oturup içeriye girebileceğimizi biliyordum. Zeynep Tanbay ve dansçılarının Araz gösterisini kaçırdık ama Kent Mete’nin piyano dinletisine girmeyi başardık. Daha önce hiç dinlemediğin birinin piyanosunu dinlemek insana heyecan veriyor. Dışarıda feryat figan koparken sıcacık mekânda piyano dinlemek, yeni bestelenmiş ve o gün ilk defa seyirci önünde çalınan bir caz parçası dinlemek, salondaki atmosferi paylaşmak cumartesi gecesi 11’de yapılacak en güzel işlerdenmiş, öğrendim.

Ardından da paldır kültür Aksanat kafe bölümündeki Alper Maral’ın piyanosu eşliğinde yapılan sessiz film gösterimine girdik. Bir Boğaziçili olarak, herkes görevlilerin yeni sandalye getirmesini beklerken, çantadan gazeteleri çıkarıp en öne yere kurulmaya, kanepede oturan Zeynep Tanbay’a kanepeyi azcık kaydırmasını söyleyip kaloriferin üzerine oturmaya öncülük ettiğim için gururluyum. Dinletiye gelirsek: Lumiere’in Aya Yolculuk filmi ve bir Buster Keaton filmini Alper Maral . Daha önce bu tarz bir etkinlik (benim bildiğim kadarıyla) İstanbul Film Festivalinde Nosferatu filmi için yapılmıştı. Sessiz film eşliğinde yapılan canlı dinleti dünyada da pek rağbet gören bir iş değil. Maral’ın birkaç hafta daha sürecek bu çalışması hem klasik müzik dinleyicileri için hem de sinema tarihi meraklıları için değerli bir çalışma.

Ben bunların üstüne bir de Pera’daki Chagall sergisine gitmeyi düşünmüştüm ama üye sayısı dörde çıkan grup eve dönmek istedi. Böylece 2010 yılına sıkı bir giriş yapmış olduk. Tabi çeşitli tartışmalar açılabilir. Mesela 2010 desteği alan Aksanat’ın ücretsiz etkinliklerini tüm yıla yayması örnek gösterilebilir. Ya da müzelerin devamlı olarak haftanın belli günlerinde 24 saat açık kalması. Ama bu tartışmalara 2010 yılı boyunca devam edeceğiz zaten. Şimdilik bu kadar yeter.