Atom Egoyan’ın Chloe filmi bu yaz vizyona giren Avrupa esintili birkaç filmden biriydi. Egoyan Bunuelvari dokunuşlarını 2010 yılına taşımış.
Eleştiri yazım şurada…
Atom Egoyan’dan aile çözümlemesi
Kanadalı Ermeni kökenli yönetmen Atom Egoyan’ın yeni filmi Chloe, tek çocuklu bir burjuva ailenin ortasına güm diye düşüveren bir hayat kadınıyla değişen hayatları diye özetlenebilir. Atom Egoyan, diğer filmlerinde hiç işlemediği bir konuyu, yine önceki filmlerinde işlemediği estetik tarzla kameraya alıyor.
Dışarıdan bakıldığında gıpta edilesi bir hayat yaşayan Catherine (Julian Moore), kocası David (Liam Neeson) ve oğulları Michael’ı (Max Thieriot) klasik bir burjuva ailesi temsili olarak filmin başında izleriz. Catherine şehrin göbeğinde “işlek” muayenehanesi olan bir jinekologdur. David de üniversitede sahne sanatları profesörüdür. Oğul Michael ise kendi deyimiyle iş olsun diye müzik okumaktadır. David’in yaş günü için sürpriz parti hazırlayan Catherine’nin planı David’in uçağı kaçırmasıyla alt üst olur. David sabah geldiğinde, Catherine cep telefonunda o geceyle ilgili bir kadından gelen mesajı görür. Ve kuşku tohumları Catherine’nin içine düşmüş olur.
Daha sonra arkadaşlarıyla çıktığı bir yemekte Chloe (Amanda Seyfried) adlı eskort kızla tanışan Catherine kocasını sınamak için Chloe ile anlaşır. Spoiler vermemek adına öyküyü uzatmadan şunu söyleyebilirim ki, filmdeki ana karakterlerin birbirleriyle ilişkileri sarmal bir hal alır.
Chloe, 2003 tarihli Nathalie (yön: Anna Fontaine) filminin yeniden çevrimi. Filmin öyküsü Nathalie ile birebir ilerliyor. Ama Egoyan’ın işleyişinde Luis Bunuel’in vuruşları da hâkim. En başından beri Egoyan, hikâyenin bir burjuva ailesine mensup olduğunu vurguluyor. Aile üyelerinin birbirlerine davranışlarından tutun da, ailenin evinin mimarlık kitaplarından fırlamışçasına modern tasarımlı havasına kadar. Oradan, kişilerin yaşadığı (Kanada muhtemelen) aşırı temiz ve reklam filmi stilizeliğindeki görselliğine kadar Egoyan burjuva yaşantıyı gözümüze sokuyor.
Karakterler arası aşk, cinsellik ve etkilenme ilişkileri de Egoyan’ın dokunuşlarını hissettiriyor. Hikâyenin asıl başladığı Chloe ile Catherine’nin tanıştığı sahnede ilişkiler arası geçişkenlik kendini ele veriyor. Chloe’nin “nasıl düştüğü” ve David’le olan ilişkilerini iğrenme ile zevk alma arası bir tonda dinleyen Catherine daha sonra, Chloe’nin cazibesine giriveriyor. Evliliğini kurtarmak, kocasının yaptıklarını açığa çıkartmak için yola çıkan Catherine, işler sarpa sarınca burjuva ailesini kurtarma refleksleri gösteriyor. Catherine, umutsuz bir karaktermişçesine olayların içine istemeden dâhil oluyor. Catherine’nin yönlendirme çabalarını Chloe bilinçli olarak, kocası ve oğlu da bilinçsiz olarak tersine çeviriyor. Catherine umutsuz ev kadını tamlamasının izdüşümü gibi.
Chloe ise femme fatale karakteri olarak sanki herkesi etkilemek için hikayeye dâhil olmuş. Kocaman yeşil gözleri, büyük (ve daima çıkık) dudaklarıyla hem karşısındaki karakterlere bakarken, hem de yüzünü seyirciye döndüğü sahnelerde hikayenin gidişatını bozmak için planlar yapar havada. Nereye savrulacağını, kiminle ilişkiye gireceğini ve daha önemlisi kiminle ilişkiye girmek istediğini seyircinin tahmin edememesi için elinden geleni yapıyor.
Gelelim filmin eksikliklerine. Orta karar bir yönetmenin ilk filmi olarak ilgi çekebilecek olan Chloe, Atom Egoyan imzası taşıyınca olumsuz bir anlam kazanıyor. Genel eğilim olarak yazar çizerler, Egoyan’ın bu filmle ne yapmaya çalıştığını anlamamış. Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren Francois Ozon imzalı Le Refuge filminden de aynı hisle çıkmıştım. Belli bir çıtayı aşmış yönetmenlerin çektikleri, belki de kendi hayatlarına dair kafalarında olan sorunları çözme filmi Chloe de, Le Refuge de. İki yönetmen de kendi dokunuşlarını, bakış açılarını filme yedirmiş, fakat yönetmenin hayranlarının bir an durup düşünecekleri, yönetmenlerin filmografisine yedirmekte zorlanacakları bir gerçek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder